GALERİ

www.ozkanturker.com


 

Anasayfa  Galeri Menü

Messerchmitt Bf-110 E2
Eduard  1/48
 
 

Evdeyim. Evdeyim yine.

Mart Efendi, saatli Maarifi haklı çıkarırcasına -kocakarı soğuklarını da arkasına alarak- son kurşunlarını ateşleyedururken,  kazma küreklerimize göz dikmişliğinden kıllanmalardayım. Onları bize yaktırmayı bir şekilde kafasına koymuş olduğu hissiyatı zihnimi işgal etmekte bir sakınca görmemiş, TV deki “evvelsi akşam ne renk sıçmıştık” konulu politik panele alternatif olarak.

Floydien ozanın da buyurduğu üzere eve yorgun, argın ve hatta üşümüş halde vardığımda ateşin karşısında kemiklerimi ısıtmak pek de güzel olur, her ne kadar evde şömine filan bulunmasa da. Parayı şömine yerine bu plastik modellere verme hali var geçmiş, şimdiki ve hatta belki de gelecek zaman kiplerinde. Onlarla ısınabildiğime inanmışım. Peki yazın serinletebilecekler mi? Asit tir. Orası şüpheli... Şüpheler beni esir almadan bu meşhur Bavyeralı tayyareden bahsetmeye başlasam mı?

Hikayenin isim babası Messerschmitt Bf-110 Zerstörer’e ilişkin ilk bulgular 1934 yılına dek uzanmakta, ama ben bu kadar da derine inmek istemiyorum. Hikaye Reich Hava Bakanlığının “Kamfzerstörer” (battle destroyer) kategorisinde iki-üç kişilik çift motorlu,uzun menzilli ve gövde içinde bomba haznesi olan bir tayyare talebinde bulunmasıyla başlamış. Bu talebe Messerchmitt Bf-110, Focke Wulf  Fw-57 ve Henschel Hs 124 projeleri ile cevap vermiş.

RLM nin 1935 yılında konsepti gözden geçirerek  “Zerstörer”(destroyer) olarak değiştirmesi tasarım olarak buna oldukça yakın duran Messerchmitt’in şansını arttırmış.

İlk prototip 1936 mayısında uçmuş. Daha sonra geliştirilen 4 adet tayyare 1938 başında denenmek üzere teslim edilmiş. Yapılan testler sonucunda oluşan olumlu izlenimi müteakip üretim kararı alınmış. Başlangıçta Daimler Benz motorlarındaki tedarik sorunları nedeniyle daha zayıf olan  Jumo 210G motorlarının kullanıldığını buraya yazmak işimize yarar mı?

1938 sonunda daha yüksek  performanslı (1.085 hp) DB 601 motorlarının bulunabilirliğinin artmasıyla “C” serisinin üretimi başlamış.  Bunu sırasıyla D ve E versiyonları takip etmiş. Bu serinin G4 e kadar devam ettiğini de ilave edesim mevcut.

Bf-110’lar Polonya, Norveç ve Fransa’daki savaşın ilk operasyonlarında başarıyla kullanılmışlar. Aslında 560 km/s ile yeterince hızlı olsalar da muhtelif kaynaklarda okuduğuma göre ivmelenme ve düşük manevra kabiliyeti bu tayyarenin başlıca zayıf noktası olarak kabul ediliyor.

Bu eksiklik Britanya savasında pekala kabak gibi sırıtmaya başlamış. Verilen ağır kayıplar neticesinde Bf-110 lar geri çekilerek, daha iyi performans gösterecekleri gece görevleri için yeniden organize edilmeye başlanmışlar.

Burunda 4 adet 7,92 mm makinalı tüfek, burun altında 2 adet 20 mm lik top  ve kokpit arkasında savunma amaçlı bir adet 7,92 mm lik silaha sahip Bf 110’lar Britanya savaşı sonrasında esaslı bir avcı ve hava saldırı uçağı olarak birçok cephede kullanılmışlar.

Modeli yapılan 1942 yılında Libya’da bulunan 7./ZG 26’ya ait Bf 110 E2 trop. Kuzey Afrika’da kullanılan Bf-110 E’lerde daha geniş yağ sogutucuları ve ilave kum filtreleri bulunmaktaydı. Çöl operasyonları için RLM 78/79 renklerine boyanan bu uçakların pek fazla bakım işareti taşımadığı da esasında büyük bir sır değil.

Model:

Eduard müessesesi ilk faaliyet yıllarında ürettiği metal detay setleri ve başarılı boya maskeleri ile adından oldukça söz ettirmiş ve diğer yan sanayi üreticileri arasından sıyrılarak kendine özel bir yer edinmişti. Sonraları yavaş yavaş plastik model alanında da görmeye başladık bu markayı. Önceleri başka firmaların kalıplarını kullanarak ürettikleri modelleri kendi üretimi yan ürünler ile destekleyerek “Profipack” ibaresi altında pazarlamaktaydılar. Bunlar beni pek de fazla heyecanlandırmamıştı.

Fakat özellikle son birkaç yıldır kendi kalıplarıyla sıfırdan üretmiş oldukları modellerin kalite ve detay zenginliği  karşısında itiraz edemez duruma düştüğümü itiraf etmeliyim. Bence siz de çekinmeyin bir köşeye boşaltıverin sıvılaşan itirafları.

 

Şu anda çenemizi yormakta olan Messerschmitt Bf-110 kiti de kimi dudakları uçuklatması muhtemel bu seriye dahil. Hiç utanmadan “C” den “G4” e kadar hemen hemen tüm Bf-110 serisini piyasaya verdiler. Sizleri bilemem, ama ben gözümü açtığımda tüm çıkanlar kucağımda duruyordu. Buna mecbur muydum ? Hayır sanmıyorum. Ve fakat irade (idare değil) sızdırmış ve ben dayanamamıştım. Nedir bu? Yirminci yüzyılı geçtim, yirmibirinci yüzyılın şizoid bireyine özgü bir tür obezite midir bu halet-i ruhiye?

Doktor gerilim dozunun önemli kriter olduğuna dikkat çekmekte, aynen sigara da olduğu gibi. Bırakmak ve vazgeçmek uğruna yitirilenlerin muhasebesi yapılmalı,  faydadan çok zararı varsa “stop loss triger”larını çalıştırıp koyvermekte fayda olabilir. Yahu ben zaten bu tespitlerin farkındayım. Üzerimdeki koyvermişlikle yaptırmışım kaydımı lacivert meşin kaplı mazeret defterine. Hayırlı olsun .Bu mazeret de eskimiş olabilir ama hala iş görüyor sanki.

Kullandığım model standart sayılmaz. Pek özel bir versiyon bu. Ecnebi platformlardaki adı şöyle: Messerschmitt Bf 110 Royal Class.

Kraliyet Ailesinin kiti pek havalı duruyor değil mi? Ne yazık ki fiyatı da eve şömine yaptırmanızı engelleyici fiskelerden birini fonluyor olabilir.

Büyükçe kutunun içerisinden çıkan parçalar ile iki adet Bf-110 yapılabilmekte.(bunlardan birinin uzun gövdeli olabilme şansı da mevcut)

Hangi ikisi derseniz, seçmekte zorlanabilirsiniz. Zira kitap kıvamındaki renkli ofset baskı yapım kılavuzunda verilen nevresim boyutundaki çıkartmalar ile yapılabilecek (C,D ve E versiyonları) 10 adet farklı Bf-110 bulunmakta. Yuh tabii..  Kutunun içerisindeki parça ve çerçeveleri hiç saymadım, saymayacağım da. Ama bir hayli fazlalar. Dileyenler sanal alemden yardım alabilirler.

 

Unutmadan eklemeliyim ki bu özel versiyonun kutusundan ayrıca ¼ ölçekli bir “Bf110 enstruman paneli”nin modeli de çıkmakta. Oldukça ilgi çekici, belki de kimileri için dayanılmaz bile olabilir. Ben ona henüz ilgi göstermedim ama zamanla o da olabilir.

Sonuç olarak kutu rahatlıkla ağız sulandırabiliyor.

Yapım

 Radikal bir karar aldım, ve kokpiti sonraya bıraktım. Aslında aynı radikal kararı yapım kılavuzu da almış olmalı ki yapıma bu kez kokpitten başlanması önerilmiyor. Ne tesadüf.

İniş takım yuvalarına ait parçaları yerleştirdim. Arada boyadığım kısımlar da oldu. Genel olarak iyi bir oturma olsa da bazı kısımlar “gardaş iyi de ben Tamiya değilim oy oyy aman” türküsünü mırıldanmakta. Ama sorun değil ilerleyebiliyorum. Ben ilerleyebildiysem siz koşarsınız da.

Kanatlar bittikten sonra malum bölgeye yöneldim. Kokpit parçalarını boyamadan önce çerçeveler üzerinde tespit etmek gerekiyor. Zira  eleman sayısı biraz abartılarak bol tutulmuş. Kısa sürede sayılamayacak kadar çok sayıdaki minik parça çerçeve üzerinde birbirlerine ne kadar da benziyor. Hangisi ne renk olacak tespit etmek bile sıkıntı vermeye başladı.

Boyanacak parçaları çerçeve üzerinde tespit ederken insanın modelden bıkarak bir kenara bırakması da bir ihtimal aslında. Sürekli kendime telkinde bulundum böyle bir ayıba imza atmamak için. Eduard bu konuda merkebin jenital bölgelerine su kaçırmayı başarmış gibi. Gereksiz nem her tür boktanlığın anası değil midir? Bizans’ta da bundan bolca var aksi gibi.

Uzunca bir süre bu mikroskobik elemanları boyayıp durdum. Arada bolca sıkılarak kapatıp, yatıp uyuduğum da olmuştur. Sıkılıyorum bu incik boncuk işlerinden. Korkarım şaraba vuracağım kendimi yeniden. Sıkılmışım Merlot lardan, binbir çeşit Cabernet karışımından. Saint Emillion içesim dizboyu ve fakat muhasebe departmanı buna gayet muhalif. Fazla pahalı bu cins frenk üzümünün suyu. Bu kadar vergi de neyin nesi? Birilerine gemi filan mı alınıyor cebimizden?

Metal gösterge tablosu ve kemerler kutu içerisinden çıkmaktalar. (Çünkü bu kutu week-end serisi değil). Zamanında Saint Emillion için verebileceğim fiyat farkını Eduard Amca ya profipack için vermişim demek ki.

Üzerlerine ve kenarlarına becermeden yerleştirebildim zannediyorum.

Gövdeyi kapatarak gerekli tesviyeyi yaptım.

Ardından tekrar kanatlara dönerek motor kaportalarını kanatlara yerleştirdim.

Genelde iyi oturur gibi yapsalar da bazı kısımlarda sürpriz aralıklar kalıyor. Bu sürprizlerin ortadan kalkması için dolgu gerekmekte. Plastik malzemeler ve macun marifetiyle bu arızalar giderilmeye çalışıldı.

Kanatlar tam olarak bitince, gövdeye yerleştirmeye geldi sıra. Hafızayı yokladım. Olumsuz kayda rastlayamadım. Sırada kuyruk kısmı ile burun var. Kuyruk ve yatay dengeleyiciler kolay geçildi. Ve fakat burun yerine düzgün oturmuyor. Olacak iş değil. Bende mi bir sorun var? Burun parçasının üst kısmında 1mm ye yakın bir boşluk var. Plastik levha marifetiyle, bu rezilliği mi geçtim yoksa arada bir yerde yaptığım kazmalığı mı giderdim orasını bilemiyorum. Benzer sıkıntılar gövde altında yer alan kovan tahliye bölümünü oluşturan parçada da yaşandı. Seviye farkını gidermek gerekiyor. Sanırım sorun bende değil.

Boyahaneye sokmadan önce gövdeyi bir kez daha gözden geçirerek gereken yerlere tesviye bataryaları gönderdim. Boyama işleri çoğu zamanki gibi Gunze’nin akrilik boyaları ile yapıldı. Renk konusu hiç alengirli değil. Hatta pek basit. Üst yüzeylere basıyorsunuz RLM 79 u. Alt taraflar RLM 78 ile mavileşiyorlar. Gevişe müsait ot gibi durmasın diye de bir parça tonlama çalışması iyi gelir.

Kanıksanmış pek sevimli vernik X-22 uygulamasının ardından ıslak çıkartmaları kabul eder hale geldi Sayın yüzon. Sahrada boyanmış olmasından hareketle çok fazla bakım işareti kullanmadım. Dileyenler tayyareyi bakım işaretlerine boğabilirler ama ben yapmadım. Çıkartmaların kalitesi gayet iyi . Tepe tepe kullanın.

Rejim düşmanlarına karşı çıkartmaları koruma amaçlı püskürtülen ikinci kat verniğin kurumasını bekledim. Kuruyunca “artist” boyasıyla bir parça uygulama yaparak mat vernik uygulama daire başkanlığına havale ettim. 

Daha önceden boyanan kanopi parçalarını, iniş takım aparatlarını yerleştirmeye başladım. Ardından tekerlekler boyandılar, yerlerine takılarak  toza bulandılar.

Kutudan çıkan egzostlar nedense içime sıkıntı verdiler. Sinmediler içime. Bir geceyarısı apar topar toplanan -varsayalım Senato- ithalat kararı almış. İtiraz etmez buldum kendimi bu süreçte. Görünüşe göre Quickboost ile anlaşmaya varmışım ancak Cumhur’un başı bundan habersiz. Senato nun ise şeyinde bile değil bu durum.

 Bu modelde kutu harici kullandığım tek ürün de bu oldu. Takozlarından ayırdıktan sonra boyayarak yerlerine yapıştırdım.  Egzost izleri incelediğim kaynak resimlerde de gördüğüm kadarıyla oldukça yoğun. Rahatlıkla kanat boyunca izler görünmekte. Ben de buna olabildiğince sadık kalmaya özen göstererek uygulamaya çalıştım.

Kanat altındaki yakıt depolarının ve muhtelif ıvır kıvır işlerinin bitmesini müteakip sol kanat üzerinde makul seviyede boya dökülme efektine yöneldim. Yapmak şart mı? Hayır değil. Ancak makul seviyede bir uygulama kulağa olmasa da göze hoş gelebilmekte.

Ve fakat dozu tadında bırakmakta fayda görüyorum. Opsiyonu dibine kadar kullanıp dişi merkebin malum yerlerinin izolasyonunu tahrip etmeler bana fazlasıyla uzak görünmekte. Sayın pilot dahil neredeyse tüm bakım ekibinin “varsayalım zımpara” tabanlı “harp potinleriyle” kanat üzerinde kendilerine ayrılan alanda koro halinde gezindiklerini düşünmek bana türlü sıkıntılar vermekte. Özetle sıkıntı sevmiyoruz. İlaveten zemine de üzülmekteyiz.

 

Tarihin kaydettiği kimi istisnalar olsa da, benim ilgi alanıma girememekte ısrarlılar. Aslında bu da dert değil; Dikkat edilmesi gereken; memlekette yeşeren ve nemalanarak semiren; boyunlarında serbest demokrat etiketi taşıyan, padişah yalayıcısı tercüme bürosu aydınlarının, idrak yolları enfeksiyonundan muzdarip mediokrat kitleye arka bahçedeki müstakil kenefi “Tac Mahal” diye yutturmaya kalkmasıdır.   Ya uyandırma servisi meşgulü oynamakta kapalı gişe, ya da memleket ağırlaştırılmış ve hatta müebbet güzellik! uykusunda kalmakta ısrarlı.

Son olarak “Anten ile Kuntin”in telini de gerince Sayın Yüzon artık bitmek zorunda olduğunu anladı ve itirazsız “hem camlı hem ahşap” dolaba yöneldi.

Modeli bitirmenin ortaya döktüğü “keyifli uyuşukluğun” tadına varmaya çalışırken dayatılmakta olan “güdümlü algılama”dan uzak durabilmek temennisiyle dolup taşmaktayım. Ama yine de “en başta  sarı öküzü vermeyecektiniz birader” demekten de kendimi alamamaktayım. Meydanı dolduran, zihin ishali mağdurlarına sormak lazım; Nasıl, güzel miymiş  Amerikan salatası ?

 

İyi Modeller

Tolga ÜLGÜR

Mart ortası 2010

 

 

Bu sayfadaki yazı ve fotografların tüm hakları  www.ozkanturker.com sitesine ve yazarına aittir. İzinsiz kullanılamaz.